İzonomi ve Felsefenin Kökenleri - Kojin Karatani*

Komşusu Lidya'dan para basım teknolojisini getiren İyonya, dış ticareti ve para ekonomisini geliştiren ilk uygarlıklardan biri oldu. Bununla birlikte, meta fiyatlarını Asya'daki devletlerden farklı olarak devlet bürokrasisine göre sabitlemedi ve pazara bıraktı. İyonya’nın siyasi sistemi de uyguladıkları ekonomik modeldeki gibi Asya devletlerinden oldukça farklıydı. Her şeyden önce, İyonya'da bulunan demokrasi değil, izonomiydi. İzonomi, yasa önünde eşitlik anlamına gelmekte ve hükmetmenin olmaması anlayışını ifade etmekteydi. Demokrasi sözcüğüyle ifade edilmek istenense hükümranlığın sadece bir başka çeşidi olan halkın egemenliğindeki yönetim şekliydi. İzonomi, İyonya'nın polislerinde yalnızca bir fikir değil bir gerçeklikti. İyonya'da toprak sahibi olmayan bir kişi başka bir toprakta çalışmak için rahatlıkla yeni bir polise göç edebiliyordu. Doğal olarak da bu durum büyük toprak sahiplerinin ortaya çıkmasını engelliyordu. Aynı durum ticarette de geçerliydi. Ne kadar para ekonomisi geliştirilmiş olsa da bu durum ekonomik eşitsizliklere yol açmadı. Sonuç olarak İyonya'da kolonyal köklere dayalı (göçebelik) bağımsızlık özgürlüğe ve özgürlük de eşitliğe sebep oldu. İzonominin Antik Yunan'daki diğer bölgelere bir fikir olarak yayılması ise ancak M.Ö. 6. yüzyılda İyonya polislerinin Lidya ve Pers İmparatorluklarının eline düşmesi sonucu gerçekleşti.

Kolonyal İyonya'nın tersine, Yunan anakarasının polislerinde para ekonomisinin gelişmesi ciddi eşitsizlikler doğurdu ve çok sayıda yurttaş borç köleliğine sürüklendi. Bu durum ise savaşçı-çiftçi toplulukları tahrip etti ve askeri bir krize yol açtı. Sparta'da söz konusu olumsuz gelişmeyi kontrol altına almak için ticaret ve para ekonomisi tamamen ilga edildi ve toprak sahipliğinde eşitlik getirildi. Kısacası Sparta'da kesin suretle ekonomik eşitlik dayatıldı. Sparta'yı ticaretten bağımsız kılan ise bereketli topraklara sahip komşu Messene şehrini tabi kılarak şehirdekileri devlet köleleri haline getirmesiydi. Buradaki asıl sorunsa köle isyanlarıydı ve bu problemin aşılması için de Sparta militarizminin güçlenmesi gerekiyordu. Sparta'da özgürlük pahasına elde edilen bu eşitliğin aksine Atina'da pazar ekonomisine alternatif olmaması sebebiyle yoksul çoğunluğun, azınlığın zenginliğini yeniden bölüşümü için devlet gücünü kullandığı bir sistem geliştirildi. İşte bu Atina demokrasisiydi.

İyonya’da Felsefe

Doğa felsefesi geleneği Thales ile MÖ 6. yüzyılda Lidya ve Pers istilalarının tetiklediği ve İyonya şehirlerinin düşüşüne sebep olan bir kriz döneminde başlamıştır. Yani felsefe sanılanın aksine, İyonya'nın en refah olduğu dönemde değil bir kriz döneminde ortaya çıkmıştır. İstilalar sonucunda bağımsız hareket edilebilecek topraklar kalmamış ve İyonya toplumu giderek sınıflı hale gelmiştir. Bu toplumsal ilişkileri doğallaştırmanın bir aracı olarak ise mit ortaklığına dayalı bir toplum fikri toplumsal sözleşmeye dayalı polisin önüne geçmiştir. Thales'in ve Miletoslu doğa filozoflarının tanrılardan (mitlerden) bağımsız bir dünya sunan düşünceleri de bu yeni fikre ve tabi ki izonominin ortadan kalkmasına bir reaksiyon olarak ortaya çıkmıştır. Bundan önce İyonyalılar kendi toplumsal pratikleri üzerine düşünmüyorlardı ki zaten genelde insanlar bir şeyin önemini ancak o şey kaybolduğunda farkeder.

Mit dünyasında tanrılar, maddenin hareketinin (yani değişimin) sebebi olarak bulunurlar. Bu nedenle sistemden mitler yani tanrılar çıkarılacak olursa hareketin nedeni maddenin kendisinde aranmalıdır. Doğa felsefesi için de önemli olan arkenin kimliği değil, kendiliğinden hareket etmesidir. İyonya doğa felsefesinin asıl tezi budur: madde ile hareket ayrılmazdır. İyonya filozoflarının düşüncelerinin ayrıldığı yer ise bu kökensel maddenin ne olabileceği sorusudur. Thales'e göre cevap suydu. Öte yandan öğrencisi Anaksimandros ise arkeyi apeironda (sonsuz veya sınırsız) konumlandırmıştı. Sınırsız olan tek bir elementtir (stoikheion) ve hareket ettiğinde tüm şeyleri yaratır. Anaksimandros'un bu görüşü mitolojik kaos fikrinin yeniden ifade edilmesiydi ve Thales'e göre bir ilerleme olarak kabul edilemezdi. Bu kez Anaksimandros'un öğrencisi Anaksimenes asli maddenin hava olduğunu söyler. Ardından Herakleitos bu maddenin ateş olduğunu iddia eder.

Atina felsefesinde ise tanrıların geri çekildikleri ama idealleştirildikleri görülür. Platon'un düşüncesinde madde kendiliğinden hareket edemez, hareketi etkileyen Tanrı'dır. Aristoteles ise tözün kendiliğinden hareketini kabul eder ve bunu maddeye içkin nedenlere bağlar. Bu nedenlerden biri olan ereksel neden ise tanrıyı barındırır yani Aristoteles, tanrıyı hareketin nihai nedeni yani asıl hareket ettirici olarak keşfetmişti. Dolayısıyla Aristoteles'in ilk felsefesi (metafizik) bir teolojiye dönüşür. Ki bu da daha sonra İslam ve Hristiyan teolojisinin temeli olarak kullanılmıştır. 

Bu tür bir teoloji baskın hale geldikten sonra Sokrates öncesi düşünürlerin doğa felsefesi unutulmaya terkedildi. Bu unutuluş Rönesans'a kadar sürdü ve Rönesans'ta kafir olarak ilan edilen ve yakılarak idam edilen Giordano Bruno "doğayı üreten doğa" (natura naturans) nosyonuyla maddenin kendiliğinden hareketi fikrini tekrar hayata döndürdü. Bruno tarafından ileri sürülen doğayı üreten doğa fikrini kapsamlı bir şekilde geliştiren de Spinoza olmuştur. Spinoza'ya göre kendi kendini üreten doğa tanrıdır. Kişileştirilmiş tanrı ise yalnızca insanın aile deneyimini model olan hayali bir yansımadır. Aydınlanma döneminde ise İyonya felsefesi bu sefer Darwin aracılığıyla yeniden doğmuştur. Aristoteles'in ereksel evrimine karşı Empedokles'in ereksel olmayan evrim teorisine benzer bir teori ortaya atan Darwin bu şekilde İyonya felsefesini tekrar geri getirmiştir. Bugün ise kuantum fiziğiyle görülmüştür ki madde (hem parçacık) ile hareket (hem dalga) ayrılmazdır. Ki burada Newton fiziğinin temelde Aristotelesçi anlayışı miras aldığını belirtmemiz gerekiyor. Yani günümüzde bir kez daha İyonya kökenli görüş geri getirilmiş oldu. 

İyonya Sonrası Felsefe

Ruhu ruh göçünden kurtarmanın bir yolu olarak felsefeyi ortaya atan, bu kelimeyi ilk defa kullanan ve kendisini filozof olarak tanımlayan ilk kişi olan Pisagor'a yani İyonya sonrası felsefeye geri dönelim. Pisagor arkeyi sayıda konumlandırmıştı. Çünkü Pisagor'un temel unsur olarak gördüğü şey physis yani doğa değildi, sayıyı gerçeklik olarak görüyordu. Dolayısıyla soyutlama gerçeklik haline geliyor ve İyonya'nın doğa felsefesi Pisagor'da bir idealizm biçimine dönüşüyordu. Daha sonra Pisagor'un Platon tarafından da benimsenen ikili dünya temelli fikirleri sonucunda duyumsanan dünyadan farklı bir gerçek dünya fikri doğar ve ayrıca bu dünyayı statik olarak görmek yani hareketin bir yanılsama olduğunu söylemektir. 

Buna önce arke olarak ateşi öneren Herakleitos karşı çıkmış ve tekrar madde-hareket birlikteliğini getirmiştir. Daha sonra ise Parmenides, Pisagor'un görüşünün doğru olduğu kabul edilirse hareketin var olamayacağını söyleyerek Pisagor'un görüşüne muhalefet etmiştir. Pisagor'a göre süreklilik bölünebilirdir. Parmenides ise bir süreklilik olarak hareketin bölünemez yani bir olduğunu öne sürmekteydi. Çünkü hareket bölündüğünde hareket denen şey ortadan kalkar ama hareket gerçektir. Sonuç olarak Parmenides, Pisagor'un fikirlerinin doğru olduğunu varsaymış ve bu fikirlerin paradokslar ürettiğini göstermiştir. Bu sayede de söz konusu fikirlerin yanlışlığını kanıtlamıştır. Keza Zenon'da paradokslarını ortaya atarak Parmenides’in fikirlerini desteklemiştir. 

Elea okulundan sonra gelen Empedokles her şeyin temelinde 4 köken bulmuştur: ateş, hava, su ve toprak ve de her şeyin bu dört elementin birleşmesi ve ayrılmasıyla biçim kazandığını söylemiştir. Ardılı olan Anaksagoras ise sayısız miktarda elementin varlığından söz etmiştir. Atom olarak adlandırılan ve daha küçük parçalara bölünemeyen sonsuz sayıda özdeş elementi tasavvur eden ilk kişi ise Leukippos'tur. Sonrasında Demokritos, atomların birleşip ayrılmalarını, düzenlerindeki ve yönlerindeki farklılıkları da bu düşünceye dahil etmiştir. 

Empedokles ile Demokritos arasındaki filozoflar artık polise sıkı sıkıya bağlı değillerdi yani apolitikleşmişlerdi çünkü yabancılara yurttaşlık hakkı verilmeyen Atina'daki siyasi merkezin çekimine girmişlerdi. Bu da onları apolitikleştirmişti. Atina'da sofist olarak etiketlenen yabancı düşünürlerin genel tutumu da böyleydi. Bu sayede düşünürler dışsal şeylerden koparak zihinlerini sakin ve huzurlu kılma yoluna gittiler. İskender yönetimindeki Atina'da da bu tavır Stoacılık ve Epikürcülük biçiminde yaygınlaştı.

Atina & Helen İmparatorluklarında Felsefe

Antik Yunan düşüncesine İyonya'daki koloni şehirleri ve İyonyalı göçmenler tarafından Güney İtalya kıyısında kurulan şehirler açısından baktıktan sonra bir de Atinalıların açısından bakalım. MÖ 594 yılında Solon'un reformları İyonya şehirlerinde geliştirilmiş izonomi ilkelerini kurma girişimiydi fakat izonomi hiyerarşik yapıya sahip toplumlarda gerçekleştirilemez; nitekim Solon'un reformları soyluların karşı çıkmasıyla engellenmiştir. Yapılamayan reformların ardından gelen ve soyluların muhalefetini şiddetli bir şekilde ezen Peisistratos tiranlığının bitmesiyle birlikte MÖ 508'de Kleisthenes'in reformları başlamıştır. Ki genel yoruma göre Atina demokrasisi bu reformlarla başlamıştır. Kleisthenes reformları, tiranlık sisteminin tekrar ortaya çıkmasını engellemek için birçok koruyucu unsura sahipti. İlk olarak, devlet dairesi görevleri genelde kurayla seçiliyordu. Bu da iktidarın idari olarak tekelleşmesini engelliyordu. Fakat generalleri kura ile seçmek uygun değildi. Sonuçta savaşı kaybetmek her şeyi kaybetmek demektir. Gelgelelim başarılı bir generalin kitleler nezdinde popülerlik kazanmasını önlemek de oldukça güçtür. Bu noktada ise sürgün sistemi devreye girer. Tiran olacağından korkulan güçlü kişilerin isimleri çömlek parçalarına yazılarak anonim bir şekilde oylanıyor ve çoğunluğun seçimi gitmesi yönündeyse o kişi on yıllığına sürgün ediliyordu. Yapılan reformlara rağmen düpedüz tiranlık olmasa da sonu gelmeyen demagoglar dizisi ortaya çıktı. Daha sonra Atina'nın MÖ 431- 4 yıllarında Peloponnesos Savaşı'nda yenilmesi ve Otuz Tiran dönemiyle, despot oligarşik yönetim baş gösterdi. İyonya devletleri Pers İmparatorluğu'na karşı ortak bir isyan planladığında askeri bir güç olan Atina'dan destek almaya çalışmıştır. Ama Atina'nın bu çağrıya yeterince yanıt vermemesi nedeniyle feci bir yenilgiyle karşılaşmışlardır. Akabinde Atina, Perslerle topyekûn bir savaşa girdi ve zaferin sonucunda işgal altındaki İyonya devletlerini özgürleştirdi. Bu direniş, Atina'nın önderliğinde kurulan ve yaklaşık 200 katılımcı devletten oluşan Delos Birliği (Atina İmparatorluğu) ile mümkün olmuştur. Atina'nın bu birlikteki diğer devletlere baskısını artırması sonucunda MÖ 404'te Sparta'nın liderliğini yaptığı Atina karşıtı ittifak ile Atina arasında Peloponnesos Savaşı çıktı ve Atina bu savaşta yenildi. Sparta ise savaşı kazandıktan sonra Messinyalı esirlerin isyanıyla parçalandı. Sonuç olarak Antik Yunan içinden hiçbir imparatorluk çıkmadı. En sonunda Makedonyalı kral İskender döneminde bir imparatorluk kuruldu ve bu dönem Helenizm olarak adlandırıldı.

Demokrasiyle birlikte Atina hitabete önem veren bir topluma dönüştü. Hükmetmenin kelimenin gücüyle gerçekleştiği fikri yerleşmişti. Özellikle mecliste ve mahkemede yani kamu işlerinin retoriğe dayandığı durumlar için retorik tekniğini öğrenme gereksinimi ortaya çıkmıştı. Retorik, başka insanları ikna etme sanatı olarak tasvir edilir ve de öğretmenleri sofist adı verilen göçmenlerdi. Zaten yabancıların polisin iç siyasetine katılmaları yasak olduğundan göçmenler teknik dışında bir şey öğretmiyorlardı. Dolayısıyla da yabancılar en iyi ihtimalle şüpheci ve göreli olan fikirlerini beyan ediyorlar, tehlikeli düşüncelerini uluorta savunmuyorlardı. Kısacası Atina'da sofistler siyasete karışarak kendilerini zor durumda bırakmaktan kaçınırlardı.

MÖ 403'te Atina'da demokrasi yeniden tesis edilerek Otuz Tiran'ın destekçileri ve Spartalılara yardım eden hainler yargılanmaya başlandı. Sokrates'e yöneltilen suçlama da bu yönde oldu ve Sokrates yargılanmaya başlandı. Ama bunun siyasi bir komplo olduğu açıktı. Sokrates'in suçu ise geleneksel Atina tanrılarını reddetmesi, bunların yerine yeni tanrılar (daimon) getirmesi ve söz konusu tanrıları halka özellikle de gençlere öğretmesiydi. Her şeyden de önemlisi Sokrates sofist olmakla itham ediliyordu. Sofist tabiri retorik sanatları para karşılığında öğretenlere karşı kullanılıyordu. Fakat Sokrates bu sanatları para karşılığı öğretmiyordu. Yani aslında tanımı gereği sofist değildi. Sokrates'e ısrarla sofist denmesinin sebebi, sofistlerin çoğunun İyonya kökenli göçmenler olmasından dolayı Atina devletinin tanrılarını reddetmeleridir. Ki zaten sofistler böyle düşünseler de bunları daha önce de belirttiğimiz gibi uluorta konuşmuyorlardı. Sokrates ise halihazırda bir Atina yurttaşıdır dolayısıyla çok daha rahat bir şekilde düşüncelerini dile getirebiliyordu hatta halkın arasına karışıp onların önermelerini kendileriyle tutarsızlığa sürükleyerek yanlışlıyordu. İşte bu Sokratik yöntemin ta kendisidir. Sokratik yöntem şu şekilde çalışır: Sokrates muhatabının iddialarına karşı önermeler ileri sürmezdi. Yaptığı daha ziyade, muhatabının önermesini geçici olarak kabul edip buradan antitezinin çıkarılabileceğini göstermektir. Sokrates öğretmiyor hakikati insanların kendi başlarına bulmalarını sağlıyordu. Kısacası "ebelik" yapıyordu. Sokrates'in mirası daha sonra iki ayrı kola ayrıldı: Platon, Aristoteles hatta Ksenophon'un olduğu birinciller ve Kinikler. Tarihsel Sokrates daha çok Kiniklerinki gibidir. Platon'un dahil olduğu birincillerde ise Sokrates kurmaca bir karakter olarak yer almıştır. Çünkü Platon kendi mücadelesini hocasının adıyla meşrulaştırmaya çalışmıştır. Platon, Sokrates'in ölümünde; duyumsanan nesnelerin ağına yakalanan idealist nesnenin kurtuluşunun dramasını farketmiştir. Böylelikle Sokrates'in ölümü, Platon'un felsefi sistemi için vazgeçilmez eksen haline geldi. Kinizm ise Yunan devletleri İskender'in hakimiyeti altına girdiği dönemde popülerlik kazandı ve Epiküros, Zenon ve Stoacılar, Kiniklerin mirasını devraldılar. Bu gelenekte felsefenin ana rolü, bireyin imparatorluk içinde siyasete kayıtsız kalarak yaşayabilmesini sağlamasıydı.

Sonuç yerine Bağlam ve Anlam

Kitap, Antik Yunan’daki düşünce tarihinin siyaset tarihine entegre edilmesiyle 3 temel kısımda bağlamlandırılmıştır: İyonya’da felsefe (Bölüm 1,2 & 3), İyonya sonrası felsefe (Bölüm 4), Atina & Helen İmparatorluklarında felsefe (Bölüm 5). Karatani, felsefenin daha önce dünyanın diğer toplumlarında değil de MÖ 500’lerin İyonya’sında ortaya çıkmasını sağlayan ana faktörün; İyonya’nın izonomi adı verilen ve hareket özgürlüğüne dayanan eşitlikçi siyasi sisteminin ortadan kalkıp mit temelli klasik bir topluma dönüşmesine verilen reaksiyonlar olduğu ve İyonya’nın çöküşünün ardından felsefenin, Güney İtalya’da & Atina’da yozlaştığı en nihayetinde de bir teolojiye dönüştüğü tespitlerini yapıyor.   


* Bu yazı tamamıyla yazıya konu olan kitaptan derlenmiştir.

Derleyen: Lost Merchant